


UZMAN PSİKOLOG EZGİ İRAK
eezgiirak@gmail.com
Dünya var olduğundan bu yana pek de iyi bir yere gitmiyor. Yüzyılları, yaşanma zamanları değişmiş olsa dahi savaşlar, salgın hastalıklar, açlık, kuraklık, doğal afetler, ekonomik krizler hâlen var ve günden güne artıyor. İnsan da yaşadığı çevreden, içinde bulunduğu ortamdan, yüzyıldan etkilenen bir varlık. Doğal olarak, yaşanan olaylar kişilerin duygu durumlarını olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkiliyor. Ancak çağımızda, özellikle son yıllarda dayatılan bir algı var ki o da her şekilde “mutlu ol” algısı.
-Sevdiğinden mi ayrıldın? Olsun, mutlu olmak bir tercih, kendi içinde mutlu olmalısın.
-Bir yakınımı kaybettim! Evet, anlıyorum ama o senin üzülmeni istemezdi, mutlu ol!
Bu liste böyle uzayıp gider. Yukarıdaki cümlelerin bir ya da birkaçına eminim şahit olmuş ya da deneyimlemişsinizdir. Aklınızda daha uç örnekler de belirmiş olabilir. Peki ama nasıl? Şartlar bu kadar olumsuzken, sevdiğim birini kaybetmişken, işsiz kaldıysam, terk edildiysem nasıl mutlu olabilirim? Bunu nasıl başarabilirim ya da bu mümkün mü?
Yukarıdaki örneklerde verdiğim cevaplar, kişilere sunulan vaatler yanıltıcıdır. Çünkü o durumdaki hiçbir insana mutluluk gerçekte hiç gelmez. Mutluluk amacına da ulaşılması mümkün değildir çünkü bu bitmeyen ve kontrolün sizde olmadığı bir süreçtir.
“SONSUZ MUTLULUK” YANILGISI
Mutluluk ifadesiyle ilgili karşılaştığımız temel sorunlardan biri, mutluluğun bir saplantı hâline getirilmesidir. Toplumdaki bazı kişilerin; bireyleri daha dolu, daha mutlu bir yaşam vaadine bağımlılık duymasına sebep olacak şekilde gerek konuşmalarla gerek kitaplarla etkilemesidir.
Mutluluğun kontrolümüzde olduğu düşüncesinin; mutsuz olduğu koşullarda “mutlu olamayan” bireylerin derin bir suçluluk, başarısızlık hissetmesine, ruh sağlığının olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğuna şahit oluyorum danışmanlık seanslarımda. Çağdaş mutluluk düşüncesinde, içinde bulunduğumuz koşulların rolü ya hiç önemsenmiyor ya da en aza indiriliyor. Sanki mutlu olmamızın büyük bir çoğunluğu yaşadığımız hayata, gelirimize, sosyal sınıfa, yaşadığımız coğrafyaya, ailelerimize değil de sadece ve sadece bize bağlıymış gibi yansıtılıyor. Bu yansıtma, çağımızın illeti. Bu dayatmalarla mutluluğu takıntı hâline getiren birey hep mutsuz hissediyor çünkü hiçbir zaman yeteri kadar mutlu olamıyor. Potansiyelini gerçekleştiremediğine, ailesine zaman ayıramadığına, yeteri kadar iyi biri olmadığına inanıyor. Zihin hiç sakin değil ve bu yüzden de hep koşuyor. Koşarken, “Mutlu olacağım, hep mutlu olmak için bir şeyler yapmalıyım!” derken de hayatı ıskalıyor. Sonunda çok takıntı hâline getirdiğinde, depresyon belirtilerini de görmeye başlıyoruz. Depresyon bir çökkünlük hâli neticede.
Burada yanlış giden bir şeyler var. Kendinizi kötü hissetmeniz çok normal, hemen düzelip toparlanmanıza gerek yok. Çünkü dayatılan algı da sizin düzelmeniz için değil, mutlu olsanız bile daha mutlu olmanız için yardım önerilerinde bulunuyor. Mutluluk dayatıldığı gibi sadece içinizde olan ve her şekilde onu bulup çıkarabileceğiniz bir şey değil. İnsan sosyal bir varlık olduğu için toplumun da aynı şekilde bu mutluluk ortamını sağladığını bilmelidir, fark etmelidir. Bu durumun en somut örneğini son 2 yılda Kovid-19 salgınında görmedik mi? Salgın artarken, insanlar ölürken, evlere kapanmışken, işler bitmişken, ekonomik kriz yaşanırken bencil bir mutluluktan söz edebildik mi? Sanırım hayır… Tehlike zaten bu süreçlerde de “mutlu ol” algısının dayatılmasında yatıyor. Duygu durumumuzu “mutsuz” diye tarif edebileceğimiz ve bunun için haklı gerekçelerimiz olduğu böyle zamanlarda, mutlu olmaya çalışmak kadar, kendimizi buna zorlamak kadar yorucu ve mantıksız bir süreç yoktur. Aslında bunun temelinde de acıdan kaçmak yatar. İnsan hissettiği acıdan kaçınmak için birçok davranış ve düşünce geliştirir, acıyı hissetmekten ve yaşamaktan hoşlanmaz. Bu sebeple, “Her zaman mutlu olmalıyım.” düşünce tuzağına düşer.
Bu durumu Psikolog Edgaar Cabanas doğru bir tespitle şu şekilde açıklar: “Mutluluk, tıpkı bir tüketim malı ya da bir iş gibi bencil bir kavram hâline geldi.” 19. yüzyıl filozoflarından John Stuart Mill da ömrünün sonunda mutluluğu hayatın temel amacı olarak görmeye değmeyeceğini çünkü ne olduğunu ve nasıl bulacağımızı bilmediğimiz gibi mutlu olmaya uğraştıkça sıkıntı çektiğimizi söylemişti. Güzel bir özet…
Bu takıntılı mutluluk algısından kurtulmak için mutlu hissetmek kadar mutsuz hissedebilmenin de insanlık var olduğundan beri sahip olduğumuz duygular arasında olduğunu fark edip, mutsuz olmanın kötü bir şey olmadığını anlamamız gerekmektedir. Mutsuz olmaya fırsat vermeliyiz. Mutsuz olmak normaldir. Mutsuz olmak insani bir duygudur. Mutsuz olmak başarısız, güçsüz olmak değildir.
Hayattaki tüm duyguları yaşayabilmeniz dileğiyle…
Henüz yorum yapılmamış.
İlk yorumu siz yapın.