


OĞUZHAN ALTAY SEZER
Psychotherapeut/Psychoanalytiker iAuS
oaltaysezer@hotmail.com
İnsan zihninin karanlık ve bilinmeyen taraflarının keşfi ve anlaşılmasını sağlayan Sigmund Freud’un en önemli tezi, kişinin kendisinden bile sakladığı istekleri olduğudur. Kişi, bu istekleri unutur ve daha da önemlisi unuttuğunu da unutur. Psikanalizde “bastırma” denilen şey işte budur. Bu işlem anlaşılabileceği gibi bilinçsizce olur. Kişinin kendi başına düşünerek bulabileceği ya da anlayabileceği bir şey değildir. Fakat bu istekler bilince çıkmak için var güçleriyle uğraşır. Psikanalitik teoride zihinsel aygıtın bir parçası olan “ego” denilen sistem de bu istekleri dış dünyayla ve kişinin özsaygısıyla uyumlandırmaya çalışır. Tahmin edilebileceği gibi bu kolay bir işlem değildir. Egonun bu mücadelesinde boğulması, kişide bıkkınlık ve rahatsızlık oluşturur.
Bu isteklerin uyumlu hâle getirilmeye çalışılmasına “savunma” denir. Savunma kavramı ilk olarak Freud’la ortaya atılmışsa da bunu sistematik hale getirip araştıran Freud’un kızı Anna Freud’dur. Ego sürekli olarak savunma mekanizmaları kullanır. Ruhsal hastalık durumu, bu savunmaların aşılması ya da çok kullanılması durumunda olur. Peki şimdi konumuza gelelim. Zihindeki bu süreçler ebeveynlerinden birini ölüm yoluyla kaybeden bir çocukta kendini nasıl gösterir? Burada Freud’un çeşitli makalelerinde kullandığı ve geliştirdiği bir kavram olan “egonun savunma sürecinde bölünmesi” savunmasından bahsedebiliriz. Bölme, gerçekliğin bir kısmının tümden ayrılıp inkâr edilmesini anlatır. Gerçekliğin acı verici bir kısmı, bilindiği halde sanki yokmuş gibi davranılır. Ego, gerçekliği değerlendirme yetisini aynı anda korumuş ve kaybetmiş olur. Travma yaşamış insanlarda daha sık karşılaşılan bu tablo, ruhsal sağlık seviyesi fark etmeden herkeste görülür. Çocuklukta ebeveyn kaybına bölmeyle tepki vermek neredeyse evrensel bir durumdur. Zaten gelişimsel görevlerle uğraşan ve henüz gelişmekte olan egosu böyle büyük bir üzüntüyle karşılaştığında çocuğun gerçekliğin bir kısmını inkâr etmesi beklenebilecek bir durumdur. Ebeveynini kaybeden bir çocuk için geçmişle şimdi ve gelecek bir şekilde farklılaşır. Ruhta meydana gelen bu değişim, dış dünya tarafından da desteklenir (aile başka bir eve taşınır, hayatta kalan ebeveyn daha çok çalışmaya başlar vb.) Bununla birlikte iyi ve kötünün temsilcileri arasında da bir “bölme” görülebilir (rahmetli ebeveyn hep çok anlayışlı olmuştur, kalanlar hiç yerini tutamaz). Ya da “hastalıktan ikincil kazanç” denilen durum ortaya çıkar. Kalan ebeveynin ve çevrenin artmış sempati ve yardımı çocuğun inkârını daha sağlamlaştırabilir. Ebeveyn kaybının duygusal bağımsızlaşma sürecindeki çocuk için kötü sonuçları olur. Çocuk kendi hızında değil dış dünyanın ona dayattığı hızda “gelişmek” zorundadır. Burada duygusal bağımsızlığın verdiği kaygıya inkârla cevap verilebilir. İnkâr, yas tutmayı engeller. Eğer ebeveyn kaybedilmemişse sevilecek yeni birini bulmaya gerek yoktur. Yas tutma, yetişkinlerin bile çoğu zaman yapamadığı bir şeydir. İnkârın sürmesi egonun bir kısmını tecrit eder, bu kısım gerçeklik değerlendirmesini etkileyebilir.
Çocuğun bilinçdışında ebeveynleri hakkında ölüm istekleri vardır. Bu gelişimin normal bir parçasıdır çünkü çocuk her isteğinin gerçekleşmeyeceğini anladığı zaman suçlayacak birini aramaya başlar. Çocuk için ölüm düşüncesi tabii ki yetişkinlerinkinden farklıdır. Çocuk ölümü bir uyku, başka yere gitmek, kaybolmak olarak kavramsallaştırır. Bir ebeveynin gerçekten ölmesi durumunda çocuk bilinçdışındaki isteklerinin büyülü bir şekilde gerçekleştiğini sanır ve bundan büyük bir suçluluk duyar. Bu çocuğun özsaygısına büyük bir darbe vurur. Olası başka bir sonuç ise ölen ebeveyne karşı yalnız bırakılmaktan doğan nefretin kişinin kendisine döndürülmesidir. Ölen ebeveyn iyidir, çocuk ve kalanların dünyası kötüdür. Bu gelişmenin sonu depresyondur. Çocuk ölen “ideal” ebeveynle ileride tekrar birleşme hayalleri kurabilir. Ebeveyn bir gün gelip çocuğu kurtaracaktır. Bu hayalin tortuları yetişkinlikte de sürer. Kişi sonraki hayatında hayalindeki ebeveyni terapistinde, siyasi partisinde, sevgilisinde görmeye çalışabilir.
Çocuğun kayıptan sonraki kişilik gelişiminde, kalan ebeveyn çok önemli bir rol oynar. Bakımın kalitesini; süreklilik, güvenilirlik, empati, hassasiyet ve kendi suçluluk, depresyon ve kaygılarının yanında çocuğunkini de kontrol altında tutabilme becerisi gibi faktörler belirler. Kalan ebeveynin tavrı, çocuğun kendi yas çalışmasına rengini verecektir. Kalan ebeveynin kayıp dolayısıyla depresyona girmesi ve bu nedenle çocuğun bakımına yeteri kadar önem vermemesi çocuğun yas tutmasını engelleyecektir. Eğer kalan ebeveyn yas tutamaz ve bu nedenle kayıp hakkında konuşmak istemezse çocuğun kafası karışacak ve aile tarihinde karanlık noktalar kalacaktır. Ya da ölen ebeveynin idealize edilip övülmesi aynı şekilde çocuğun kafasını karıştıracak ve ileride öğrenme sorunlarına yol açabilecektir. Bu da çocuğun bölmesini derinleştirir. Çocuk kendisine kimin bakım sağlayacağı konusunda endişelenmeye başlar. Bu durum da kalan ebeveyne daha çok bağlanmasına yol açar. Bu kimi zamanlar çocuğa boğucu gelebilir çünkü dünyasında ona yardım eden tek bir yetişkin vardır.
Ölüm yıldönümü civarında kalanların depresyona girmesi sık görülen bir durumdur. Burada yaşanan, kalanların kontrollü bir şekilde yas tutma çabasıdır. Bütün hayatı etkilememesi için depresyona belli bir hafta/ay ayrılır. Ego, suçluluk ve üzüntüye boğulmamak için tabiri caizse kişinin hayatından belli bir süreyi feda eder. Böyle bir durumda psikanalitik psikoterapide yapılmaya çalışılan belirtilerin ortaya çıkış nedenleri ve tarihlerini anlayarak bölmeyi kapatmaya çalışmak, kişiliğin bölünen kısmının egoya tekrar katılarak hasta edici etkisini azaltmak ve kişinin gerçeklikle uyumunu tekrar sağlamaktır. Kayıp yüzünden zayıflamış ego, travmaya daha hassas hale gelir. Bununla birlikte bu ilk, orijinal travmanın izini geçirmek imkânsız olsa da kişi sonraki travmalarla başa çıkmayı öğrenirse ileriki hayatında bu izin etkisini azaltabilir.
KAYNAKÇA:
- Blum, H. P. (1983) Splitting Of The Ego And Its Relation To Parent Loss. Journal of the American Psychoanalytic Association 31:301-324.
- Freud, S. (1927) Fetishism. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 21:147-158
- Freud, S. (1938) Splitting of the Ego in the Process of Defence. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 23:271-278
Henüz yorum yapılmamış.
İlk yorumu siz yapın.