Tuna Dergi
DİĞER ÜLKELERE NAZARAN BİZDEKİ KLASİK MÜZİK DİNLEYİCİSİ GENÇ DİĞER ÜLKELERE NAZARAN BİZDEKİ KLASİK MÜZİK DİNLEYİCİSİ GENÇ
GÜLSİN ONAY Röportaj: EMRE ER emre.er@tunadergi.com Müzisyen Türk bir anne ve Alman bir babanın kızı olarak dünyaya gelen ve küçük yaşlarda müziğe ilgisi fark... DİĞER ÜLKELERE NAZARAN BİZDEKİ KLASİK MÜZİK DİNLEYİCİSİ GENÇ

GÜLSİN ONAY
Röportaj: EMRE ER
emre.er@tunadergi.com

Müzisyen Türk bir anne ve Alman bir babanın kızı olarak dünyaya gelen ve küçük yaşlarda müziğe ilgisi fark edilen Gülsin Onay’ın kariyeri “Harika çocuk” olarak başlamış. Uluslararası müzik alanında tanınırlığı yüksek. Önemli orkestralarla, dünyanın önemli salonlarında konserler vermiş. 20’ye yakın albüm kaydı var.

Bu röportajı, ‘Gümüşlük Klasik Müzik Festivali’nin arifesinde gerçekleştirdik sayın Gülsin Onay ile. Oldukça yoğun programına rağmen, bizleri kırmadı, sözcükler mesafeleri aştı ve ortaya samimi ve bilgi yüklü bu röportaj çıktı.

İLK KONSERİMİ 6 YAŞIMDA VERDİM

Dilerseniz en başından başlayalım. Piyano eğitimine nasıl başladınız? Neden piyanist olmak istediniz?

Piyano eğitimime o kadar doğal bir ortamda başladım ki. Bir kere, ailem müzik ile iç içe olan bir aileydi. Annem piyanist, babam kemancı. Her şey çok doğal bir şekilde gelişti. Annem piyano çalarken ben hep onun yanına gidip, piyano ile oyuncak gibi oynamaya başladım ve annem de baktı ki çok meraklıyım, seviyorum; öğretmeye başladı. Böylece piyano eğitimim üç buçuk yaşında başlamış oldu. Çok da çabuk ilerledim. 6 yaşında ilk konserimi verdim, İstanbul Radyosu’nda.

Alman bir baba ile Türk bir annenin kızısınız. Anneniz piyanist, babanız kemancı. Keman da çalıyor musunuz? Neden keman değil de piyanoyu tercih ettiniz?

Alman bir baba, Türk bir anne. Anne bir piyanist, baba bir kemancı. Babam da bana biraz keman öğretti. Kemanı da çok sevdim tabii ama, sanıyorum o zamanlar annem çalarken piyano daha çok hoşuma gitti. Oğlum Erkin Onay çok iyi bir kemancı oldu, birlikte konserler de veriyoruz.

ÇALDIĞIM ESERLER BANA MUHTEŞEM BİR GÜÇ VERİYOR

Karantina günlerini nasıl değerlendirdiniz?

Karantina günleri açıkçası benim için farklı bir üretim şekliyle çok verimli ve üretken bir dönem oldu. Şöyle ki; bir kere piyano repertuarı çok geniş, onun için bugüne kadar fırsat bulamadığım pek çok eseri çalıştım, gözden geçirdim. Ve pandemi öncesindeki o kadar yoğun tempodan sonra, hakikaten güzel, huzur içinde bir çalışma dönemi yaşadım.

Evde kaldığınız günlerde en çok neyin özlemini duydunuz?

Aslında konser vermek diyeceğim; ama konserleri de internet aracılığı ile verdim. Ancak orkestra ile çalmayı çok özledim tabii ki.

Koronavirüs salgını nedeniyle konserlerinizi internet mecrasına taşıdınız. Nasıl bir tecrübe oldu bu sizin için?

Evet, internet çok doğal bir şekilde gelişti. Çünkü 15 Mart’ta tam yurtdışına gidecektim ki o sıralar konserler, uçaklar iptal olmaya başladı. Sosyal medyayı zaten severek ve yoğun olarak kullanıyordum. Hemen “İptal edilen konserimde çalacağım programı size çalacak olsam hangi eseri duymak istersiniz?” diye bir soru paylaştım. O soruma o kadar çok cevap geldi ki; ben de o akşam sosyal medya üzerinden canlı bir konser vermeye karar verdim. Olağanüstü bir tecrübe oldu. Sadece Twitter üzerinden ilk konserde 930 bin izleyici oldu. Diğerleri ile birlikte 1 milyonu geçti. Sonraki haftalarda da eşimin yardımıyla, aynı şekilde her pazar akşamı saat 9’da aynı anda canlı yayın yapabildik. Temmuz ayına kadar çok güzel bir repertuar ile Youtube, Facebook ve Instagram üzerinden verdiğim konserlerle milyonlarca dinleyiciye ulaştım.

Hızınıza yetişmek imkânsız, neredeyse her yerdesiniz. Yorulmuyor musunuz? Bu enerjinin kaynağı ne?

Evet, benim programım öteden beri hep yoğun. Sanıyorum işimi aşkla yapmam yorgunluğu hissettirmiyor, yeni programlar yeni projeler için enerji veriyor. Müzikten, yaptığım işlerden ve çaldığım eserlerden son derece ilham alıyorum. Onlar bana muhteşem bir güç veriyor.

TÜRKÇENİN MUHTEŞEM BİR İFADE ZENGİNLİĞİ VAR

Uzun süre yurtdışında yaşamışsınız. 3 dil konuşuyorsunuz. Bu durum işinizde size nasıl bir fayda sağlıyor?

3 dilde de farklı karakterler var. Onları müzik ile birleştirirsem; mesela bestecileri düşünürken bazen Almanca, bazen Fransızca, bazen de İngilizce düşünceler geçiyor aklımdan. Yani düşündüğüm şeye bağlı olarak farklı farklı dilleri konuşuyorum. Tabii ki Türkçe ana dilim, her şeyden üstün, her zaman rahat ettiğim ve de sevdiğim. Çok zengin bir dilimiz var. Türkçenin muhteşem bir ifade zenginliği var.

Bir röportajınızda, Polonyalı piyanist ve besteci Frédéric François Chopin’i “kahraman” gibi gördüğünüzü söylemiştiniz. Neden?

Chopin’in eserlerinde hissettiğim bir kahramanlık var. Çünkü; Polonya’dan uzakta yaşamış ve hep ülkesinin hasreti ile geçirmiş yıllarını. Eserlerinde Polonyalıların (Polonezler’in) kahramanlıklarını zaferlerini anlatmak istiyor. Bu, notalarda hissedilen bir şey.

Polonyalıların Chopin’e duyduğunuz hayranlıktan haberi var mı?

Tabii ki haberleri var. Devlet nişanı verdiler; Chopin’in eserlerini bütün dünyada en güzel şekilde tanıtan bir Chopin yorumcusu olduğum için. Bu şekilde bir yazı ile devlet nişanı aldım.

Klasik Batı Müziği’nde etkili ve üretken bir bestekâr Wolfgang Amadeus Mozart. Ve bizim yaşadığımız ülke için en önemli figürlerden biri. Salzburg’da doğmuş, Viyana’da yaşamını yitirmiş… Onun ismini taşıyan çikolata markası bile var. Mozart sizin için ne anlam ifade ediyor? Neden Mozart’ı değil de Chopin’i kahraman olarak görüyorsunuz?

Ein Bild, das drinnen, Person, Frau, haltend enthält. Automatisch generierte Beschreibung Chopin ve Mozart arasındaki kahramanlık farkı şöyle: Chopin’in ülkesinin yenildiği bir dönemdi. O da ülkesinin eski günlerine dönme arzusundaydı. Özlemle ülkesine geri dönmeyi bekledi. Dolayısıyla eserlerinde özlemin etkisi var.

Mozart tabii ki ülkesini çok seven, o döneme göre de uluslararası düşünen ve seyahatleri seven biriydi. En sevdiği günler, Çekoslovakya’da, Prag’da geçirdiği günlerdi. Birçok yere gitmişti. O dönemde bile son derece açık ve çok yönlüydü. Eserlerinde de onun Avusturya’dan, Salzburg’dan geldiğini neredeyse notalarından okuyabiliyorsunuz. Ve Salzburg’da doğması, Viyana’da yaşamını yitirmiş olması onu Avusturya için kesinlikle en önemli figürlerden biri yapıyor, fakat bu sadece Avusturya için değil. Mozart bir dünya mucizesi ve onun mucizesi bence dünyada milyonlara, milyarlara yayılmış ve her notası ile mucizevî. O dehasını her notasında hissedebiliyorsunuz. 7’den70’e; Çin’de, Japonya’da Amerika’da her yerde aynı etkiyle dünyamızı ışıl ışıl aydınlatan bir deha.

Besteci Ludwig van Beethoven’ın tüm dünyada kutlanan 250’nci doğum yılı için bir armağan albüm hazırladınız…

Beethoven’ın 250. doğum yılı için çok şeyler planlamıştım; gerçekten önemli konserlerim, kayıtlarım ve programlarım vardı. Konserler olamadı, ancak kayıtları gerçekleştiriyoruz. Benim de çok çok sevdiğim eserlerle 250. doğum yılı için bir CD kaydım oldu ve ikinci üçüncü albümlerim de yolda. Diğer sonatları da seslendireceğim. Beni çok etkileyen bir besteci ve gerçekten de o da aynı Haydn, Mozart ve Chopin gibi dünyaya bir hazine bıraktı notalarıyla.

ADNAN SAYGUN DÜNYA İÇİN BÜYÜK BİR ŞANS

Adnan Saygun’un öğrencisisiniz. Adnan Saygun’un öğrencisi olmak size ne kattı?

Hocam Ahmed Adnan Saygun, müzik yaşantıma ve bütün hayatıma en büyük etkiyi yapan, bana sağlam bir temel veren ve gelişmemi sağlayan muazzam bir müzisyenimiz. Olağanüstü besteciliğinin yanı sıra çok da farklı bir kişiliği vardı. Çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Türkiye’deki bütün önde gelen müzik insanlarının, sözü geçen müzisyenlerin hocası oldu ve çok sayıda müzisyen yetiştirdi. Ayrıca felsefi görüşleri de çok önemli Adnan Saygun’un. Kendisi düşünür olarak da çok önemli bir insan. Çok derin konularda muazzam bilgisi var. Yunus Emre ve Mevlana’yı yakından incelemiş, kültürümüz üzerinde büyük araştırmalar yapmış, Anadolu’yu çok iyi biliyor, Anadolu’daki gezilerini Béla Bartók ile beraber yapmışlar. Oradan, kendi müziğimiz ile ilgili topladığı son derece önemli bulgular var. Her şeyi bir arada nasıl bu kadar muhteşem gerçekleştiren bir kişilik, nasıl bir çalışma. İnanılmaz mütevazı bir insandı. Öğrencilerine çok şey öğretti. Onun gibi büyük bir müzik insanımızın olması Türkiye için büyük bir şans. Dünya için büyük bir şans. Eserleri tüm dünyada seslendiriliyor.

Sizin bir vazgeçilmeziniz var; Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivali. Bu festival sizin için neden önemli?

Gümüşlük Klasik Müzik Festivali benim için çok çok önemli. Bir kere ilk başladığımızda çok farklı bir mekânda, çok güzel akustiği olan 1400 yıllık Şapel Eklisia’da beş piyano konseri ile başladık.

Bodrum Yarım Adası’nda muazzam bir ilgi uyandırdı. Sanat danışmanı olduğum Gümüşlük Klasik Müzik Festivali, o küçük mekândan bugünlere kadar çeşitli zorluklar ve büyük fedakârlıklarla çok farklı dönemlerden geçti. Festivalimiz, sanat yönetmeni çok sevgili dostum piyanist Eren Levendoğlu ile birlikte çalışmalarımızla, büyük bir enerjiyle 17 yıldır devam ediyor. Gümüşlük çok farklı, büyülü bir yer, yakından tanıyanlar büyüleniyor âşık oluyorlar. Hem doğa hem de tarihi bakımdan muhteşem bir zenginlik barındırmakta. Konser mekânlarımız arasında yer alan Antik Taş Ocağı, olağanüstü güzellikte, benzersiz bir doğal ortam. Orada gerçekten doğal bir akustik var. Çok etkileyici. 2500 yıllık mozolenin yapımında kullanılan antik taşlar var. Ve onun önüne kurduğumuz sahnedeki konserlerde çok farklı mucizevi bir atmosfer ortaya çıkıyor.

Bu yıl 17.’si düzenlendi. Nasıl başladı bu serüven?

İki ay öncesine kadar, bu yılki festivali yapamayacağımızı düşünüyorduk. Harika bir duo olan Rosanne Philippens ve Michail Lifits ile olağanüstü bir açılış konseri gerçekleştirdik. Antik Taş Ocağı’nın dinleyici kısmında 1000-1500 arası dinleyicimiz oluyor; ama bu sene ancak 200 dinleyici alabiliyoruz. İskemleler iki metre aralıklı ve maskelerle dinleniliyor konserler. Bu durum bizim için çok önemli ve muhteşem bir başarıdır diyebilirim. Son derece olumsuz şartlarda festivali gerçekleştirebilmek çok büyük mutluluk.

DÜNYA ÇAPINDA BAŞARILAR KAZANAN GENÇ MÜZİSYENLERİMİZ VAR

Türkiye’de Klasik Müziğin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünya çapında başarılara imza atan çok parlak genç müzisyenlerimiz var, onlarla hakikaten gurur duyuyoruz. Ve dinleyicilerde de güzel bir gelişme var. Klasik müziğe büyük bir ilgi var dinleyiciler arasında. Benim gördüğüm diğer ülkelere nazaran bizdeki klasik müzik dinleyicisi ağırlıklı olarak genç kesimden diyebilirim. Almanya’da, Avusturya’da, Fransa’da, İngiltere’de belli bir yaşın üstünde, beyaz saçlıdır dinleyiciler. Bizde baktığınız zaman ise 30-40 yaşlarında birçok dinleyiciye rastlayabilirsiniz. Bu da güzel, umut verici bir durum.

Bir değerlendirme yapacak olsanız; klasik müzik bugün hangi dönemini (gerileme, duraklama, yükseliş) yaşıyor?

Ein Bild, das Person, Kleidung, draußen, Mann enthält. Automatisch generierte Beschreibung

Bence klasik müziğin gidişatı asırlardır, başladığı dönemden itibaren çok büyük bir fark göstermiyor. Yani aslına bakarsanız, popüler olmadığını söyleyebiliriz. Okuma alışkanlıkları da araştırıldığı vakit, magazinsel içerikler sayıca bir Goethe’den ağır basabilir. Aynı klasik müzikte olduğu gibi. Klasik müziği algılayabilmek için biraz çaba gerekiyor. Fakat bunun karşılığında, kendisine her yaklaşana da çok büyük bir zenginlik sunuyor. Biraz çaba sarf etmek gerekiyor, çünkü hafif müzik eser parçalarında iki üç dakikada bir melodi hemen bitiyor, ancak bir klasik müzik eseri bazen 45 dakika sürüyor. Her bölümü farklı karakterde ve uzun soluklu. Tabii ki Mazurka gibi küçük eserler de var, iki üç dakika. Ama üç bölümlü bir sonat 25 – 30 dakika sürüyor. Yani orada biraz dinleyicinin konsantrasyon çabası gerekiyor. Ama baştan biraz zorlanarak da olsa ilgisini sürdürdüğü zaman, oradan alacağı inanılmaz duygular var. Klasik müzik dünyası ruhu besleyen büyük bir zenginlik.

Klasik müzikle tanışmamış olan binlerce genç var. Onlara ne önerirsiniz?

Dediğim gibi klasik müziğe yaklaşmak için minik bir adım atmak yeterli; dinlemek, biraz yoğunlaşmak. Sadece bir kere değil, birkaç kere dinledikten sonra da onun dünyasına çok rahat girebilirsiniz. Başka hiçbir şeye gerek yok.

Müzisyen adayları kendilerine nasıl bir yön çizmeli?

Her konuda olduğu gibi, başarı ve ilerlemek için kendini adamak çok önemli. Sevmek de çok önemli. Bol çalışmakla bağlantılı olarak heves, merak ve disiplin de önemli. Bunları öneririm gençlere.

Son olarak, Tuna okurlarına ne mesaj vermek istersiniz?

Öncelikle dergiyi çıkaranları tebrik ediyorum, bu güzel ve çok değerli dergiyi ortaya çıkaran gençlerin harika enerjisi derginin her sayfasında hissediliyor. Ve bu güzel seçimleri için değerli okurlarınızı da tebrik ediyor, keyifli okumalar, bol müzikli ve sağlıklı günler diliyorum.

Fotoğraflar: Duygu Şahin (amoroso.duygu@gmail.com)

Henüz yorum yapılmamış.

İlk yorumu siz yapın.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir