Tuna Dergi
NAZLI TUNA, DELİ TUNA, MAVİ TUNA, TÜRK TUNA NAZLI TUNA, DELİ TUNA, MAVİ TUNA, TÜRK TUNA
İSMAİL TOSUN SARAL saraltosun@yahoo.co.uk Eski Yunanlıların “Istros” dedikleri Tuna’ya Romalılar “İster” demekle beraber, daha çok “Danibius” veya “Danuvius” adını kullanmışlardır. Bu isimlerden esinlenerek nehre... NAZLI TUNA, DELİ TUNA, MAVİ TUNA, TÜRK TUNA

İSMAİL TOSUN SARAL
saraltosun@yahoo.co.uk

Eski Yunanlıların “Istros” dedikleri Tuna’ya Romalılar “İster” demekle beraber, daha çok “Danibius” veya “Danuvius” adını kullanmışlardır. Bu isimlerden esinlenerek nehre Almanlar “Donau”, Macarlar “Duna”, İngilizler “Danube” demişlerdir. Slav asıllı halklar ise “Dunay” adını kullanırlar.

Türkler, ana yurtları olan Orta Asya’dan çeşitli nedenlerle, bilhassa deniz kıyısına ulaşmak maksadıyla göç ederek Karadeniz dolaylarında, Anadolu ve Balkanlar’da, hatta Avrupa içlerinde yerleşmeye başladılar ve Tuna ile tanıştılar. Tuna’yı o kadar çok sevdiler ki onun hakkında sayısız koşma, türkü ve destan yazdılar. Ecdadımızın 250-300 sene önce yazdığı Türkçe şiirlerin güzelliğine, berraklığına hayran kalmamak elde değil. Öksüz Dede Öksüz Âşık, Öksüz Ali diye bilinen 16’ncı yüzyıl saz ozanının Tuna nehri için koşmasını örnek olarak verebilirim.

 

Misâl-i cennettir evvel bâharı

Açılır kırmızı gülü Tuna’nın

Öter bülbülleri leyl- ü nihârı

Eser bâd-ı sabâ yeli Tuna’nın

Hiç kimse bilmez kandedir başı

Tâzelenüp akar, yeğindür cûşu

Eksik değil yalısının savaşı

Leş ile doludur gölü Tuna’nın

Alaman Dağı’ndan beri geçmiştir

Engürüs ilinden yollar açmıştır

Analar ağlatmış, kanlar içmiştir

Söylemeye yoktur dili Tuna’nın

Türâba gark-olmuş yerdedir yüzü

Arzulanıp akar Karadeniz’i

Selâmlamış Usturgon’la Budun’u

Belgrad’a uğrar yolu Tuna’nın

Osmanlı Türkleri, Balkan topraklarını Anadolu’nun tamamlayıcısı olarak görüyorlardı. Bu gayeyle Balkanlar’da fetihlere giriştiler ve fethettikleri yeni yerlere “Rumeli” adını verdiler. Rumeli, “Rum memleketi” anlamına gelir. “Rum” sözcüğü, İtalya yarımadasının ortasında, Tevere Irmağı üzerinde, Tiren Denizi’ne 25 kilometre uzaklıkta kurulan ve Roma İmparatorluğu’nun merkezi olan “Roma” şehrinden gelmiştir. Araplar, İranlılar ve Türkler “Rum” sözcüğünü daha çok “Romalı” anlamında kullanmışlardır. Aslında “Rom” olması gereken bu sözcük, Arap lehçesinde “o” harfi genellikle “u” olarak kullanıldığından, “Rum” olarak söylenmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “Rum” ayetinin geçmesi, İslam âleminde bu ismin tutulmasına yol açmıştır. [1]

1520-1572 yılları arasında yaşamış olan Prizrenli Âşık Çelebi, Tuna Kasidesi’nde “Rûmilinin âb-ı rûyıdur Tuna, Sularun hod yüzi suyıdur Tuna” diyerek Tuna’yı Rumeli’nin yüz akı, onuru olarak vasıflandırmış, yine Tuna’yı hem gönlü gibi coşan, taşan hem de göğsü gibi inleyen, ağlayan bir varlık olarak nitelendirmiştir.

“Gâh gönlüm gibi cûşân u hurûşândur Tuna

Gâh göğsüm gibi nalân u girîvândur Tuna”

Tuna taşkınları da birçok ozanı etkilemiştir. Yahya Bey, taşan Tuna’yı anlatıyor:

“Serhat seherinde seyrana çıktım

Gördüm Tuna taşmış bir derya gibi

‘Taşma Tuna’ dedim, yâr yolundayım

Bana engel olma bir ejder gibi”

TÜRK TARİHİNDE TUNA’NIN ÇAĞILTISI

Drava, Sava, Morova, Oltu, Osma, Yantra, Seret ve Prut, Tuna’ya akan küçük nehirlerdir. Tuna, Türk tarihinde büyük yer işgal eder. Tuna boyları yüzlerce yıl kahraman Türk ordularının ve akıncılarının geçit ve durak yeri olmuştur. Tuna, Türk’ün büyük zaferlerine şahit olduğu gibi büyük elemlerini de görmüştür. [2] Tuna kıyısında bulunan Estergon gibi kaleler, Plevne gibi savunmalar, Viyana, Budapeşte, Belgrad gibi şehirlerin adları, silinmemek üzere ulusal tarihimize kaydedilmiştir. Türk tarihinde Tuna’nın çağıltısını duyarsınız. Türk Akınları, zaferleri, bozgunları ve hepsinin peşinden, ileriye veya geriye doğru, bitip tükenmez göçler hep Tuna çevresinde yaşanmıştır.

“Dağdan ovadan bir ‘Tuna’ derler su geçer,

Üstünden yolcular geçer, yolcu geçer.

Lâkin Tuna’nın, her gece, rüyâsında,

Hâlâ, o büyük, o muhteşem ordu geçer!” [3]

Kanlu Tuna

Geştî-i küffâr sergerdân olub

Kana boyanmış idi döne döne

Oldı hûnïn-cûy ol demdan benü

Kaldı ol su’nun adı ‘Kanlu Tuna’ [4]

Yürüdü Destanı’nda Tuna [5]

Vasfın edem dinle deli Tuna’nın

Bir muhâlif eser yeli Tuna’nın

Dâim coşkun akar seli Tuna’nın

Mevc mevc üstüne umman yürüdü

Kimse idrâk etmez nerededir başı

Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı

Nice analar gözden akıttı yaşı

Bu hâli görenler seyran yürüdü

Bir cuma gün saat dört kararları

Geçtiler karşıya lütfetti Bârî

Aşk ile çaldılar seyf-i gaddârı

Tuna seli gibi al kan yürüdü

Tuna Nehri’nin üzerinde biz Türklerin tutkun olduğu üç büyük ve güzel şehir vardır: Viyana, Budapeşte ve Belgrad.

“Öksüz Ali Tuna komuş adını

Bir ovaya düşmüş kaderi

Selâmlamış Belgirad’ı, Budim’i

Serhadlere uğrar yolu Tuna’nın.”

Orsova

JOHANN STRAUSS II’NİN “MAVİ TUNA”SI

Tuna Viyana’dan geçmez, Viyana’nın birkaç kilometre uzağından akar. Buna rağmen Tuna deyince akla hemen Viyana ve Johann Strauss II’nin bestelediği “An der schönen blauen Donau” (Güzel Mavi Tuna Kıyılarında) adlı ölümsüz vals gelir. Bu vals sayesinde “Mavi Tuna” deyişi pek tutulmuştur.

“An der schönen blauen Donau [6]

Donau so blau, so schön und blau

Durch Tal und Au wogst ruhig du hin

Dich grüßt unser Wien, dein silbernes Band

Knüpft Land an Land und fröhliche Herzen

Schlagen an deinem schönen Strand

Weit vom Schwarzwald her eilst

Du hin zum Meer”

Halide Nusrad Zorlutuna, 1935 yılında yazdığı Tuna manzumesinde Tuna’nın “gökler gibi mavi”, “bahar gibi yeşil”, “kan gibi kızıl” olduğunu söylüyor. [7]

 

“Tuna mavi: gökler gibi,

Bir ufuktan bir ufka eser gibi,

Koşuyor… Koşuyor Tuna.

Coşuyor Tuna!”

Tuna yeşil: bahar gibi.

Bir ufuktan bir ufka rüzgâr gibi

Akıyor… Zorlu akıyor Tuna!

Yürek yakıyor Tuna

Tuna kızıl: kan gibi.

Duygulu bir insan gibi

Yanıyor… İçinden yanıyor Tuna

Anıyor Tuna

Eski güzel günleri hıçkırarak.

Tuna ak, Tuna berrak

Benim gözyaşım gibi.

Tuna derdli bugün hummalı başım gibi

Dalgalarda köpükleniyor ak

Kısrakların yeleleri

İçimde bir yıldız…

Bir hız;

İçimde çarpıntılar var.

İçimde gür bir ses haykırıyor: İleri!

Aslında Tuna mavi veya yeşil değil, “boz bulanık çamurlu” akar. Ayrıca “Blau” yani mavi Alman argosunda “Betrunken”, çakırkeyif, serkeş veya soylu anlamına da gelmektedir. Ârif Nihat Asya, bakın ne güzel anlatıyor:[8]

“San’at yenmiş gerceği… Dostlar, inanın!

Mâ’lûmu bu hem dinleyenin hem ananın:

Her gün bulanık akarken- aslında- Tuna,

Bir vals ile, rengi mavi olmuş Tuna’nın.”

19’uncu yüzyıl halk ozanı Deli Boran (1823-?) “Evvel Bahar Yaz Ayları Gelende” adlı şiirinde Tuna’yı çok güzel anlatmaktadır. [9]

Evvel bahar yaz ayları gelende

Akar boz bulanık seli Tuna’nın

Bülbüller ötüşür bahçelerinde

Gülü burca burca kokar Tuna’nın

İlkbaharda dalgalanıp coşmuşum

Analar ağlatıp kanlar saçmışım

Alaman Dağı’ndan yollar açmışım

Yolu serhatlere uğrar Tuna’nın

Kimse bilmez herdedir onun başı

Eksik olmaz yalısının döğüşü

Akıttı gözünden kan ile yaşı

Gölleri leşilen doldu Tuna’nın

Tuna derler yerdedir anın yüzü

Arzulayıp gider Karadeniz’i

Cemreler düşünce çözülür buzu

Denizlen cengi var deli Tuna’nın

Deli Boran bunu böyle dedi mi?

Bu su böyle akar mıydı kâdimî?

Taşına koymuşum garip başımı

Yolu serhatlere uğrar Tuna’nın

Tuna, Buda ve Peşte şehirlerinin tam ortasından geçer. Budin, Tuna’nın sağ kıyısındadır. Osmanlı Devleti’nde İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra en sevilen şehir burasıydı. Tuna, Buda ve Peşte arasında salınan bir gelin gibi akar. Bu nedenle şehre Türkler tarafından “Nazlı Budin” denmiştir.

“Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu,

Bülbülün figanı bağrımı deldi,

Gül alıp satmanın zamanı geldi,

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.”

Tuna’nın sol yakasındaki şehir Peşte’dir. Bu iki şehir 19. yüzyılda birleşmiş, Budapeşte adıyla Macaristan’ın başkenti olmuştur.

4.10.1852 Oestreichische Illustrirte (Illustrierte) Zeitung Babakai

EVLİYA ÇELEBİ’NİN KALEMİNDEN TUNA

 

Evliya Çelebi, seyahatnamesinin “Eflak Vilayetine Gittiğimiz Konakları Beyan Eder” bölümünde Tuna ile ilgili olarak ilginç bir bilgi vermekte ve hikâye etmektedir: [10]

“Medova Palangası’ndan bir gemiye binip, bir saat Tuna aşağı akıp, karşı Semendire toprağında Güvercinlik Kalesi’ne geldik. Rumeli’de Dimetoka’da bir Güvercinlik Kalesi var ama haraptır. İçinde adam yoktur. Ama bu Tuna’daki mamurdur. Fâtih zamanında Şehit Koca Mahmut Paşa eliyle fethedilmiştir. Semendire sancağında voyvodalıktır. Kethüdâ-yeri, yeniçeri serdarı, hisar eri, 50 haraç emini, Bacdar, Muhtesib, Mimarbaşı, İmrahor, Şeyhülislam, Nakibüleşrâf, cephanelik ve yedi nefer kale ağaları vardır. 150 akça payesiyle kadısı, 140 köyü vardır. Kalesi Tuna kenarında altıgen şeklinde, yedi kuleli bir kaledir. Kalenin dört tarafı yalçın kaya olduğundan, hiçbir tarafından lağım ve metrisle elde etmek mümkün değildir. İç kalede yedi ev, bir zahire ambarı, bir Mahmud Paşa camisi, batıya bakan bir demir kapısı vardır. Kapının, Tuna’ya inen garip bir su yolu vardır. Kale dışında üç mahalle, üç mihrabı vardır. Hacı Ali camisi, Tuna kenarındadır. Mescitleri, medreseleri, tekkeleri, çocuk mektebi, bir hamamı, 50 dükkânı vardır. Mahmut Veli Paşa fetih sırasında hayır dua ettiğinden, ahalisinin nimetleri bol, mahsulleri bol, tahılları ve bitkileri çoktur. Batı tarafları bağ ve bahçedir. Havası güzeldir. Buradan gemiye binip hemen karşıdaki Tuna içindeki bir adada Baba Sultan ziyaretine gittik.”

“Bir sivri kaya üzerinde Dede Sultan (veya Baba Sultan) yatar. Allah’ın hikmeti yılda bir kere Tuna’nın bütün balıkları bu Baba Sultan adası kenarına yığılır. Balık kalabalığından Tuna üzerinde balık yağı akar. Balıklar Baba Sultan’ı ziyaret ederler. Balıkların bu ziyaret günlerinde kimse balık avlamaz. O gün balıklar asla insandan kaçmazlar. Birçok kimseler balıkları ellerine alıp yine suya bırakırlar. Burada hakir gördüm ki, balığın dili yoktur. Çünkü İstanbul Peremesi kayıkları kadar Morina balıkları başlarını Tuna’dan çıkarıp, mağara gibi ağızlarını açıp su içtikleri vakit ağızları içine baktım. Asla dilleri yoktur. Balığın su içmesi, sudan dışarı başını çıkarıp rüzgâr içmesidir. Balık da insan gibidir. Balık dışarı çıkıp su yerine rüzgâr içse ölür. İnsan da ‘her şey sudan halk olunduğu’ hâlde suya girip suyu çok içerse boğulur. Ama âdemoğluna rüzgâr zarar vermez Balıklara da su zarar etmez. Baba Sultan adasını bütün Güvercinlik halkı daima ziyaret ederler. Bu çok kusurlu hakir de ziyaret edip ‘Bir işte şaşırdığınız vakit, kabir ehlinden yardım dileyiniz.’ hadis-i şerifine uyarak, ruhlarından yardım dileyip gemiye binerek Tuna aşağı gittik. Yüksek kayalarda binlerce güvercin yuvası olduğundan, buraya ‘Güvercinlik’ demişler. ‘Eflâtun’un bu kayalarda güvercin toplamak için tılsımı vardır.’ derler. Ben görmedim. Yalan haramdır. Allah’ın garip bir sırrı olarak bu kayalardaki yüz binlerce güvercin yuvasında olan yavruları yılan, çıyan, şahin, zağanos, doğan ve balaban kuşları avlamazlar. Hiçbir insan da bu yavruları almaz. Bu güvercin kayası boğazı gayet dardır. Tuna burada yıldırım gibi süratli akar. Bu Baba Sultan kayasının bir ok menzili karış tarafında Temeşvar toprağıdır.”

Evliya Çelebi bu izahatı yaptıktan sonra anlattıklarına “Beğenilen Kıt’a” dediği aşağıdaki beyti eklemiştir:

 

“Şu mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Hem âkil olan âdem tehlike deryâya girmezler

Benî âdem dahi bir içre asla rîhi görmezler
Acep sırr-ı Hudâdır kim bu sırra kimse ermezler.”

Evliya Çelebi’nin Baba Sultan hakkında yazdıkları bu kadardır. Ayrıca Evliya Çelebi, anlattığı bu garip olayı aşağıdaki şekilde açıklayacaktır: [11]

“Semendire Sancağı’nda voyvodalık ve naiplik olan Babrinova kasabasından 4 saat ötede ‘tahtalı girdap’ mevkisi vardır. Burada her sene 70-80 tuna gemileri parçalanır. Tuna’nın buradaki feryadına canlar dayanmaz. Burada bir transa gemiyi 1000 adam güçlükle ve iplerle çekerler. Hatta Tuna içindeki morina balıkları, bu tahtalı kayalar arasından geçerken sersem olur, bazısının beli kırılıp karaya düşer. Hakikaten girdaptır. Fakat bu tahtalıdan aşağısı selamettir.”

Sırası gelmişken, girdapla ilgili bir Sırp söylencesini de yazmak isterim. [12]

“Tuna’nın sularına hâkim olan dar ve muhteşem, hatta ürkütücü geçide ‘Demir Kapı’ denir. Tuna’nın her iki yakasında yüksekliği 200 ila 500 metre olarak değişen sarp ve yalçın kayalıktır. Bu yere oranın halkı ‘Djerdap’ derler. Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan sözcüklerden biridir ve ‘girdap’ demektir. Söylenceye göre oralarda Girdap isimli genç, yakışıklı, cesur bir delikanlı yaşarmış. Babası Türklerle yapılan bir çarpışmada ölmüş. Dul kalan annesi yeniden evlenmiş ve ona iki üvey kız kardeş vermiş. Üvey kardeşler Girdap’tan asla hoşlanmamışlar ve onun hayatını zehir etmişler. Genç adam bu nedenle evini terk etmiş ve ‘Baba Kayası’ denilen yere gitmiş. Orada balıkçılık öğrenmiş. Ne yazık ki bir gün küçük bir çocuğu Türklerin elinden kurtarırken ölmüş. O gün bu gün, öldüğü yere ‘Girdap’ denmektedir.”

Eskiden Moldova adası altında Klisszura Boğazı’nın girişinde Galambócz karşısında 50 metre yüksekliğinde Baba Kayası/ Babacai/Babakaj bulunurdu. Evliya’nın deyişiyle “Hamam kubbesi gibi iri bir taştır.” Burada Tuna çok şiddetli akar. Tuna’nın suları kayaya sanki yıldırım düşmüş gibi gürültülü bir şekilde çarpar. Ne yazık ki, Tuna’nın doğal şekli 1971 yılında biten barajın etkisiyle bozulmuştur. Muhtemeldir ki Baba Sultan şimdi baraj gölünün suları altında kalan birçok irili ufaklı kaya ve adaların birinde ebedî uykusunu uyumaktadır.

GÜVERCİNLİK’İN HİKÂYESİ

Evliya Çelebi’nin bahsettiği; Sırbistan’ın doğu kesiminde, Tuna Nehri’nin güney kenarında Semendire ile Orsova arasındaki yer “Golubac/Golubaç/Golumbac Kolombac/ (Macarca Galambócz/Galamboc) kasabasıdır. Sırpça Golub, Macarca Galamb “güvercin” demektir. Güvercinlik/Gügercinlik, Türklerce kullanılan askerî bir deyimdir. Kalelerde güvercinliklere benzeyen mahfuz yer ve gözcü kulesi anlamına gelir. Türkiye’nin birçok bölgelerinde çok rastlanan coğrafi bir isimdir. Bu nedenle Türkler de bu kasabaya “Güvercinlik” demişlerdir. Kasaba uzun yıllar Osmanlı Tuna ince donanmasının üssü olmuştur. Güvercinlik, Macaristan’a açılan yollar üzerinde olduğu gibi bilhassa Sırbistan’ın müdafaa ve elde tutulmasına yarayacak bir mevki işgal ediyordu. Güvercinlik, 1524-1872 yılları arasında Türk toprağı olarak kaldı. 1718’den, kaybedildiği 1872 yılına kadar ise Osmanlı-Avusturya sınırını teşkil ediyordu.[13]

1299-1466 yılları arasındaki olayları manzum bir şekilde anlatan Enverî, Mahmut Paşa’nın Güvercinlik kalesi fethini anlatmaktadır:[14]

“Hem Gügercinlik Hisârın kıldı sayd
Râyıha feth itdi kıldı ana kayd

İns ü cinile Süleyman gelse ana
Yir ü gökten cenk kılsa her yana

Fethine bulmaz idi anun zafer
Feth ider Mâmud Paşa sâhip- hüner”

Evliya Çelebi’nin Baba Sultan adasında yazdığı “Beğenilen Kıt’a”nın devamını, İsmail İşmen “Köprüler ve İnsanlar” isimli kitabında şöyle vermekte ve tüm şiirin Edirneli İnce Hayalî’ye ait olduğunu yazmaktadır:

“Güneşte zerre görmezler felekte ayı bilmezler,

Hamide kadlerine rişde-i eşki takub bunlar
Atarlar tîr-i maksudu nedendür yayı bilmezler

Hayâli fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fakr ederler atlas-u dibâyı bilmezler.”

Evliya Çelebi’nin “Beğendiği Kıt’a”sının bir değişiğini, Hayalî Bey’in aşağıdaki manzumesinde görüyoruz. Hayalî Bey (?-1557), 16. yüzyıl Divan Edebiyatı’nın değerli bir temsilcisidir. Vardar Yeniceli’dir. Gençliğinde derbeder bir hayat süren Hayali Bey; mala, şöhrete, maddi hırslara kapılmamıştır. Divanı bile ölümünden sonra onu sevenlerce düzenlenmiştir. [15] Dili ağır olduğu için Türkçe tercümesi italik harflerle okuyucularımıza sunulmuştur.

Cihan-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler
Dünyada yaşayanlar, dünyalıdır ama dünyalarını bilmezler
O balıklar ki deniz içindedür, denizi bilmezler

Harâbât ehline dûzah’azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyi bilmezler
Ergin insanlara cehennem azabından söz etme ey sofu,
Ki bunlar ne zamanın anlamını ne de gelecek günleri bilirler

Şafak-gûn kan içinde dâğını seyr etse âşıklar,
Güneşte zerre görmezler felekte ayı bilmezler,
Bir şafağı andıran bağrımdaki yaraları sevgililer seyreder
Ama güneşi görmezler ne de ayı bilirler

Hamide kadlerine rişde-i eşki takub bunlar
Atarlar tîr-i maksudu nedendür yayı bilmezler
Bükülmüş boyunlarına gözyaşı ipliğini takarlar da,
Maksut okunu atarlar yayın ne olduğunu bilmezler.

Hayâli fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fakr ederler atlas-u dibâyı bilmezler
Ey Hayali, çıplak vücutlarını fakirlik şalıyla örterler
Ve bununla gurur duyarlar ama atlasları ve değerli kumaşları bilmezler
[16]

ATATÜRK’ÜN “TUNA” ŞİİRİ

Mustafa Kemal Atatürk de Tuna ile yakından ilgilenmiş, Selanik’te Kurmay Yüzbaşı iken Tuna ile ilgili bir şiir bile yazmıştır. [17]

 

Oğuzoğulları

Gafil hangi üç asır hangi on asır,

Tuna ezelden Türk diyarıdır.

Bilinen tarihler söylememiş bunu,

Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin,

Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak,

Yalan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.

Asya’nın ortasında Oğuzoğulları,

Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları,

Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz,

Nerede olsa, ne olsa kendimizi biliriz.

Hep insanlar kendilerini bilseler,

Bilir ozan ki, hep biziz.

Türk sadece bir ulusun adı değil,

Türk, bütün adamların birliğidir.

Ey birbirine diş bileyen yığınlar,

Ey yığın yığın insan gafletleri!

Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde.

Dünya o zaman görecek hakikat nerede.

Hakikat nerede?

Şimdi bu şiirle ilgili olarak Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinden beri sarsılmaz bir inançla Mustafa Kemal’e bağlanmış, millî ihtilâli kalemiyle desteklemiş, Atatürk’ün sevgisini kazanmış kıymetli bir vatan evladı olan İsmail Habip Sevük’le arasında geçen bir konuşmayı sunmak istiyorum.[18]

1932 yılının Ekim ayı ortalarında bir gün davetlisi bulunduğu bir düğünde Atatürk’le karşılaşınca; Atatürk, Sevük’ten içinde Arapça ve Acemce olmayan Öz Türkçe bir koşma yazmasını istemiştir. İsmail Habip Sevük de genç şairlerden birine ait Tuna hakkındaki şiirin bazı kelimelerini değiştirerek Öz Türkçe biçime sokuyor ve okuyor: [19]

Yelesi kabarmış atlarla değil

Kötü bir trenle geçtim Tuna’dan

Tuna’dan döneli bizim ordular

Akmıyor, yerinde duruyor sular.”

Atatürk’ün büyük Türk tarihinin uğultularıyla dolu olan kafası “Tuna” deyince kırlangıç cıvıltısı gibi o minik mısralarla yetinmiyor ve diyor ki: “Bak Habip, darılmaca, marılmaca yok; bu şiir olmamış.”

_ “Evet efendimiz olmamış.”

_ “Yoksa bu şiir senin değil mi?”

_ “Hayır efendimiz.”

Gazi, ferahlamış gibi gülüyor, “Buna ayrıca memnun oldum.” diyor, duruyor, kadehinden bir yudum alıyor: “Al eline kalemi” diyor; “Tuna’yı ben dikte edeceğim.” Ve başlıyor ağır ağır dikte etmeye. Hazırlıksız söylediği bu sözler nazım şeklinde, nazımla nesir arası, bazı mısraları aruza bile uygun düşen, kafiyeler, bazen tam, bazen yarım, bazen serbest ve kafiyesiz bir tarzdadır. Dikte işi bittikten sonra Gazi, “Bunların şimdi veznine, kafiyesine filan bakma.” diyor. “Onları sen bir şekle koy. Ben yalnız fikri dikte ettirdim.” Sonra ilave ediyor: “Sen bunu yarın akşama kadar eser yapacaksın.”

Millî Eğitim Bakanı Rahmetli Reşit Galip Bey bir uyarıda bulunuyor. “Paşam,” diyor: “İsmail Habib’in nazımda pek melekesi yoktur.”

Gazi, “Ben İsmail Habib’i bilirim. Nazım, nesir yahut ikisi ortası bunu istediği gibi çerçeveleyerek bir eser yapacak.” diyor.

Büyük Atatürk’ün verdiği ilhamla şiir tamamlanır:

Tuna Üstündeki Ses

Gafil! Hangi üç asır, hangi on asır

Tuna yalıları Türk diyarıdır.

Ne vakitten beridir diyemem bilmem

Bilinen tarihler bilemez bunu

Onun söylenmesi asıl tarihe kaldı.

Odur söyleyecek doğrulukları.

Dinleyin sesini asıl tarihin:

İğri tarihi gömüp doğru tarihe gidin!

Nehirlerdir Türk’ün şaşmaz mühendisleri,

Her nehir Türk’ü bilir ve Türk bilir her nehri.

Tuna’nın da kıyısından gitti eski Türk,

Geçti eski Türk Tuna’yı da yararak,

Kaç defa? Hangi defa? Sormayınız nafile,

Bilmez tarihler bile.

Tarih güdük, sökün büyük

Sayılmaz, sayılmaz bu sökün.

Tuna’nın üstü, Tuna’nın altı

Olmuştur daima Türk’ün vatanı.

Tuna’ya ruh oldu, Tuna’da yatan Türk

Tuna yalnız vatan değil, yeni vatanlara

Türk’ü götüren eski bir yoldur Tuna.

Türk o yolla gitti Batı eline

Orada rastladı binbir ellere.

Hepsini yapmak istedi adam

Gerçi çok muvaffak oldu çabalayışta

Fakat kendisi çekildi Alpler üstüne

Oradan bakmak istedi beşer üstüne!

Gördüğü manzara garipti onun

Çok “İnsanım.” diyenler adam olmuştu,

Alpler tepesinde Türk’üm diyenler,

Adam olmayanlara hayret ettiler.

Onlar biziz, biz onlarız

Onlara bağırdan bağırarak tapınız.

Türkler atlarına taparlar,

Onlar biziz, biz onlar

Doğudan gelen biz, Batıda yine biz,

Nerede olsa, ne olsa kendimizi biliriz.

İsmail Habib Bey’in Atatürk’ün direktifi üzerine kaleme aldığı şiir, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in Selânik’te yazdığı şiirden başkası değildir. [20]

Tuna nehri

İsmail Tosun Saral kimdir?

Emekli İş Bankası Müdürü, Araştırmacı-Yazar, Türk Macar Dostluk Derneği Başkanı, Macaristan Şövalyesi

  1. Osman Yavuz Saral, Kaybettiğimiz Rumeli, Boğaziçi Yayınları, No:26, İstanbul, 1975, s.9
  2. Der: İsmail Tosun Saral-Emre Saral, Macarlar ve Tuna Hakkında Yazılan Şiirler, 13000-2000, Türk Macar Dostluk Derneği Yayınları, No:3, Ankara 2001
  3. Arif Nihat Asya, Tuna, “Bütün Eserleri-Şiirler: 7, Rubaiyât-ı Arif I, II
  4. İbn Kemal “Tevarih-i Al-i Osman VII. Defter” Hazırlayan: Prof. Dr. Şerafettin Turan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını
  5. Prof. Dr. Umay Günay, “Türkiye’de Aşık Tarzı Şiir Geleneği Rüya Motifi” Sürûrî
  6. Güzel mavi Tuna kıyısında/ Tuna ne kadar mavi ne kadar güzel ve mavi/ Yarlar ve küçük adalar arasında sakin akarsın/Seni Viyana’mız selamlar, Gümüş bendin ülkeleri birleştirir/Mutlu gönüller kumsalında huzurla çarpar/Kara ormandan doğar, denize ulaşırsın.
  7. Yeni Türk Mecmuası sayı: 32, 35 Yıl: Nisan, Temmuz 1935
  8. Arif Nihat Asya, “Bütün Eserleri-Şiirler: 7, Rubaiyât-ı Arif I, II
  9. M. Sunullah Arısoy “Türk Halk Şiiri Antolojisi “Bilgi Yayınları Antoloji Dizisi No: 3, 1985
  10. Danışman, Zuhurî, “Evliya Celebi Seyahatnamesi” cilt 10, s.144, 145 ve cilt 11, s. 27, 146, 147, 148
  11. Danışman, Zuhurî, “Evliya Celebi Seyahatnamesi” cilt 11, s. 148
  12. Stojéev, Malena National Museum Belgrade, www.ccdiana.org.yu
  13. Meydan Larousse, Güvercinlik Maddesi
  14. Öztürk, Necdet, Düstûrnâme-i Enverî
  15. Kabaklı, Ahmet “Türk Edebiyatı” cilt 2, s.267
  16. İsmail Tosun Saral, “Baba Sultan (Dede Sultan)”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı:28 (Kış 2003), s.215
  17. PTT Dergisi, Sayı 19, Ekim 2000, Sadi Borak, “Atatürk ve Edebiyat”
  18. Sadi Borak’ın “Atatürk ve Edebiyat” isimli kitabından alarak yayınlayan Doç. Dr. Filiz Kılıç, Tuna Kasidesi’nin Düşündürdükleri, Türk Kültürü, Sayı: 441, Ocak 2000
  19. Söz konusu şair, Kemalettin Kâmi Kâmu’dur. Tuna adlı şiir şöyledir:
    “Dağlar ağaçla dolu, ovalar yeşil,Bu yolda konuşmak istiyor dil…Yelesi kabarmış atlarla değil,

    Kötü bir trenle geçtim Tuna’dan.

    Babamın kanından damlalar var,

    İçtim, kana kana içtim, Tuna’dan.”

  20. İsmail Tosun Saral, “Atatürk’ün Ulus ve Avrasya Konusundaki Düşünceleri” Düşünce ve Tarih Aylık Tarih Dergisi, Kasım 2016

 

Henüz yorum yapılmamış.

İlk yorumu siz yapın.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir