Tuna Dergi
Sevmek, düşünmek ve anlamak Sevmek, düşünmek ve anlamak
UĞUR ÖZBAŞ ugur.oezbas@gmx.at Bakıyor, ama görmüyoruz. Duyuyor, ama dinlemiyor anlamıyoruz. Ve belki de en önemlisi, Charlie Chaplin'in "Büyük Diktatör" filminin son sahnesinde yaptığı o... Sevmek, düşünmek ve anlamak

UĞUR ÖZBAŞ
ugur.oezbas@gmx.at
Bakıyor, ama görmüyoruz. Duyuyor, ama dinlemiyor anlamıyoruz. Ve belki de en önemlisi, Charlie Chaplin'in "Büyük Diktatör" filminin son sahnesinde yaptığı o efsane konuşmada dediği gibi "Çok fazla düşünüyor ve çok az hissediyoruz." Keza çok az seviyoruz; insanları, hayvanları, doğayı, dünyayı ve yaşamayı. İnsanlar bilmedikleri ve anlamadıkları şeylerden korkar daima; özümüzde sahip olduğumuz hissiyatlar doğrultusunda düşünmeden bir şeyi anlamak, anlamadan sevmek ne mümkün. Bizler ki insan evladı, tabiatın bilinen en gelişmiş varlıkları, en çok yaratma ve aynı zamanda en çok yoketme gücüne sahip bizler, evrenin tüm iyilik ve kötülüklerinin buluşma noktası; sahip olduğumuz bu potansiyeli yani beynimizi, aklımızı ve yüreğimizi, bütün hayallerin ve fikirlerin öldürüldüğü birer toplama kampına da dönüştüre biliriz, yeşerip çiçek açtığı bir bahçeye bir ormana da. Farklı dillerde düşünüyor, konuşuyor, gülüyor, ağlıyor ve hayal kuruyor olabiliriz, ama sevincimiz ve acımız aynı. Paylaştığımız bu gökyüzü, kimine gri kimine mavi, kimilerine güneşin altında huzur verirken kimilerine bombalar yağdırıyor, ama aynı.
Bir ortak noktamız daha var, hepimizin ortak suçu bu; farklı dillerde susuyoruz, ama sessizliğimiz, yalnızlığımız ve hasretimiz aynı. Çok fazla susup çok çabuk unutuyoruz; tüm dünyayı alâkadar eden bu duruma mesela Türkiye üzerinden bakacak olursak, bunun bir sürü örneğini bulmak maalesef zor değil, çünkü Uğur Mumcu'nun dediği gibi "Biz unutkan bir ulusuz; unutuyoruz olup bitenleri. Unutuyoruz ve oğulları, kızları, ölen ana babaları, kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz." Özellikle, kendisinin 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı suikasttan sadece altı ay sonra, 2 Temmuz 1993 tarihinde yaşanan ve 33 yazar, ozan ve düşünürümüzü kaybettiğimiz Madımak Katliamının 26. yıldönümüne girdiğimiz bu günlerde, tekrar hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum. Nâzım demiş ki "Biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?" Bu noktada şunu sormak lazım; adalet ve barış uğruna cayır cayır yanan onlarca insana rağmen, ne kadar ışık tutabildik bizi ablukaya almış olan bu karanlığa? Daha da kötüsü, o karanlığı aydınlatabilecek ışıklarımız birer birer azalıyor. Üç yıl oluyor Tarık Akan'ı kaybedeliği mesela ve daha bu yıl Ayşen Gruda'yı da toprağa verdik; ışıklar içinde yatsın hepsi.
Peki, bizlere ne yapmak düşüyor? Bizler, yani dünya halkının hala birgün güzel güneşli günler göreceğimize inanan kısmı, sanat ve bilimle birlikte mücadeleye devam etmeliyiz. Gerçekten bir şeyleri değiştirme imkânımız varken, bilhassa dünyanın bir çok yerinde bir parça ekmek bulmak ve hayatta kalmak bile bir ayrıcalık sayılırken, sadece "panem et circenses" deyip üç maymun oynamaya hakkımız yok. Nasıl olacak peki bütün bunlar? İlk başta umut gerek ve ne kadar azalsa da onu yitirmemek. Şahsen tek çözüm yolu olarak yapmamız gerekenin kısaca şu olduğu kanaatindeyim: Sevmek, düşünmek ve anlamak. Ve yazımı Madımak Katliamında sönen ışıklarımızdan biri olan Metin Altıok'un bir dizesiyle bitirmek isterim: "Bir yarım umuttur elimizde kalan, göğüslemek için karanlık yarınları."

Henüz yorum yapılmamış.

İlk yorumu siz yapın.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir